Sınırlar; içeri ile dışarı, dahil etme ile dışlamanın sürekli olarak el değiştirdiği bulanık mekâna yerleşirler. Bu bakımdan ülke sınırları, vatandaşlık ile yabancılık-göçmenlik; ulusal kimlik ile ötekiler arasında ki üyelik (aidiyet) ve dahil olma (temsiliyet) sınırlarını belirlemeye yeltenseler de sürekli kriz üreten bir aralıkta dururlar.
Tipkı AKP’nin mağduriyet ve devamlı kriz üreten politikaları gibi …
Devletlerin egemenliklerinin nihai alanları olarak görülmeleri nedeniyle, askerî güçlerle ve mekânsal uygulamalarla sürekli denetim altında tutulur; yasalarla düzenlenir; ‘güvenlik’ söylemi üzerinden yönetilirler.
Ne var ki, gündelik hayatı kesintiye uğrattıkları her durumda, siyasal krizlerin ve gerilimlerin nedeni haline gelirler.
Bu kriz hali Turkiye`de AKP`nin iktidara geldigi 2002 yılından itibaren suresiz ve sınırsız olarak son on beş yıldır uygulanmaktadır.
Bu teorinin mimarı Nazi Almanyası bulup Türkiye içerisinde vücut bulmuştur.
Bugün OHAL çerçevesinde Türkiye Cumhuriyeti tüm alanıyla bölge olarak “BELİRSİZLİK MINTIKASI “ denilen teorinin uygulandığı alan haline gelmiştir.
İtalyan siyaset felsefesi düşünürü Giorgio Agamben’in ‘daimi istisna hali ya da belirsizlik mıntıkası’ olarak tanımladığı ‘kamp’ kavramı olarak özellikle Türkiye-Suriye sınır hattı ile başlayan ve 2009 yılından itibaren AKP siyasetinin yükselen bir ivmeyle bugun Cumhurbaskanı olan Recep Tayyip Erdoğan`ın toplumu kamplaştırıcı ve bölücü söylemlerinin aslında Hitler`in uyguladığı belirsizlik mintikası siyasetinin 21.Yüzyilda uygulama alanı olarak bizzat AKP tarafından uygulanmakta olduğu esasıdır.
Önceisnde bizzat Osmanlı İmparatorluğu tarafından bu siyaset uygulanmıştır. Yirminci yüzyılla beraber teori haline gelmiş ve sistematikleşmiştir.
Devletler, hakimiyet alanlarını kurarlarken öncelikle onu çevreler, sınırlarını belirlerler. Bu, hem egemenlik alanının işaretlenmesi hem de gücün simgelenmesi anlamına gelir. O nedenle, sınırlar bugün küresel dünyanın sermaye akışıyla zayıflasalar da egemenlik alanlarının vurgulanmasını sağladıkları için, devletler açısından hâlâ önemlidir. Bu konuda başvurabileceğimiz Wendy Brown’un (2010) tezi, egemenlik ile duvarların niteliği arasında ters orantı kurarak devletlerin egemenliklerinin zayıfladıkça, egemenlik alanlarının sınırlarını daha kalın, daha gösterişli, daha yüksek duvarlarla çevreledikleri iddiasına yer verir. Erdogan’ın AKSARAY ‘I “Çitlerle çevrilen mekân, sıradan olandan ayrılarak ve kendi yasalarını oluşturarak kutsallaştırılır.” (Brown, 2010: 43)
Nitekim Ak akıllılar defalarca bu yönde beyanlar vermiştir. Erdoğan bu havayla kendisini TANRI KRAL ya da Allah elçisi olarak görme hatasını devam ettirmektedir.
Kutsallık, ‘çitlenme’, ‘kapanma’ ile başlar ya da kapatma-kuşatma nesneyi aşkın düzeye taşır, kutsallaştırır. Dahası, bu kapanma ve duvarlanma, kutsallığın yanı sıra ‘politik düzenin mekânsal yönelimi’ olarak yorumlanabilecek, nemein’den türeyen ve ‘bölmek’, ‘otlatmak’, ‘gütmek’ anlamlarına gelen nomos’la (yasa, düzenleme, norm) da ilişkilendirilebilir (Carl Schmitt, akt. Brown, 2010: 45).
Nomosile çevrelenen mekânın düzenlenmiş içi, egemenliğin alanındadır. Bu yetki alanının içerisi, nomos’un medeni şehri iken, dışarısı vahşi ormandır. İçerde yasalar vardır; dışarıda ise her türlü şiddet uygulanabilir. Bu demek oluyor ki egemenliğin sınırlarının dışı tehlikelidir ve medeniyetin ulaşmadığı orman düşmanın her an saldırıya geçmek üzere beklediği yerdir. Egemen, bu kabul ile, sınırlandırdığı alanı koruyup kollamak için ‘dışarı’da uygula yacağı her türlü saldırıyı meşru kılacaktır. Bu anlamda, egemen iktidar, hukukun sınırlarına, yasaların kapsadıklarına ve terk ettiklerine karar verme yetkisine sahip olandır ya da Schmitt’in (2002: 13) çokça referans verilen ifadesiyle, “egemen, istisna haline (olağanüstü hale) karar verendir.”
Erdoğan bugün OHAL ile bunu uygulamaktadır . Ama bir hatası var . Herkesin gözünden kaçsa bile benden kaçmaz.
Agamben’in (2001) yorumuyla egemen, hukuk düzeninin kendisine olağanüstü (istisna) hali belirleme ve hukuku (kuralı) askıya alma yetkisini vermesi bakımından bu düzenin içinde olmasına rağmen, karar veren olarak bu düzeninin dışındadır da. Egemen, hukukun dışında konumlanarak, ‘hukukun dışında hiçbir şeyin olmadığını ilan eden’ kişidir; fakat egemen, hukukun sınırlarına nasıl karar verir? Hukukun sınırlarını istisnaların(exception) belirlediği söylenebilir. İstisna, hukukun düzenlediği homojen ortamın çıkıntısı, istenmeyeni, tehlikesi olarak ortaya çıkar. Egemen, tam bu noktada olağanüstü hali ilan ederek istisnayı ve onu üreteni etkisizleştirmeye koyulur. Hukuku hem korumak hem de istisna durumundakilerin anayasal haklarını ellerinden almak, onları etkisiz hale getirmek amacıyla askıya alır.
Hukuk varlığını sürdürür fakat istisna halindekiler için hukuk geçersizleşir. Böylece, hukuk zarar görmekten kurtarılır; istisnai durum ise tehlike olmaktan çıkartılır. Ne var ki istisna hali hukuksal iradenin kendisi haline getirilir. Bir başka ifadeyle, olağanüstü hal olağanlaştırılır. Agamben, bu nedenle, istisna yani olağanüstü halin kendisinin kural haline getirildiği anlardan ve alanlardan birisi olarak Nazi Almanyası’ndan, Yahudi soykırımından ve toplama kamplarında vuku bulan şiddetten, suçlardan bahseder. İstisna, bir tür dışlama aracı olarak kullanılarak bütün hayata yayılmaya, kuralın istisna haline getirileni dışlayarak içlediği bir duruma dönüşmeye başlar. Bu durumundan dolayı, kural (yasa, norm) istisnaya uygulanamaz fakat kuralın istisna üzerindeki geçerliliği onu pas geçme biçimiyle devam eder.
Bir başka deyişle, ‘bir şeyin sadece dışlanma yoluyla içlendiği uç ilişki biçimi’ olarak istisna ilişkisi ortaya çıkar (Agamben, 2001: 29).
Olağanüstü hale karar veren egemen, tam da bu dışarı ile içeri, dahil etme ile dışlama arasındaki belirsizlik alanını, eşiğini belirler. Egemen, ‘istisna haline karar veren kişi’ olarak, ‘kararlaştırılamayanı konumlandırır’ (Agamben, 2001: 41).
Egemen, bununla aynı zamanda kimin yasaklanacağına da karar verir. İstisnanın belirsizlik alanına bırakılan ve burada tehdit edilen kişi, hukuk tarafından terk edilmiştir.
Yasaklı kişi, hukuk tarafından dışlanırken, doğumla ve toprakla elde ettiği vatandaşlık haklarından mahrum bırakılan, insan ile hayvan, içeri ile dışarı, orman ile şehir arasındaki belirsiz, eşik alanda mahrum kalan kişidir. Bu alan doğal, biyolojik hayatın(zoe) politik alana girdiği, beden üzerinden siyasetin üretildiği, Agamben’in ifadesiyle, ‘homo sacer’ın (kutsal insan) ortaya çıktığı ve onun ‘çıplak hayatı’nın yaşandığı yerdir.
Roma ceza hukukunun en eski cezası olan ‘kutsallık’, insan hayatına atfedilerek, onu öldürülebilir. Fakat törenlerle kurban edilemez konumunda tutar. Kutsal insan, öldürüldüğünde ceza alınmayan, herkesin taarruzuna açık ama kurban edilemeyen insandır.
Sacratio (kurban), hem dünyevi alanın (öldürülmesi meşru) hem de kutsal-dinsel alanın (kurban edilemez) çifte istisnası haline getirilmiş demektir bu. Homo sacer , kurban edilemezliğiyle kutsal alandan, öldürülebilir oluşuyla toplumsal alandan çekilmiştir. Dolayısıyla homo sacer ’i tanımlayan, çifte dışlanmayla maruz kaldığı ‘şiddet’tir. “Egemenlik alanı, cinayet işlemeksizin ve kurban etmeksizin adam öldürmenin meşru olduğu alandır ve kutsal hayat –yani öldürülebilen; ama kurban edilemeyen hayat– da bu alanda zaptedilen hayattır. … Egemen yasağın pençesindeki hayattır ve bu anlamda, egemenliğin ortaya koyduğu ilk etkinlik çıplak hayatı üretme işidir” (Agamben, 2001: 113).
Başbakan iken Gezi olaylarında polis tarafından öldürülen protestocularla ilgili polise vur emrini bizzat Erdoğan kendisinin verdiğini söylemişti. Bunun yanında 15 Temmuz darbe girişiminde öldürülenlerle ilgili olarak silah çekenlere KHK ilea f getirilerek koruma altına alınması bu gerçeğe birebir uymaktadır.
Bu demek oluyor ki egemen, iktidarını, hukukun terk ettiği –içeri ile dışarı, şehir ile orman, medeniyet ile vahşi hayat, insan ile hayvan arasında ki– belirsizlik alanında bıraktığı ‘kurtadam’ı, bir başka deyişle, ‘hayvanlaştırdığı insan’ ı , biyolojik canlı varlığından başka her şeyi elinden alınmış olan çıplak bedene uyguladığı tahakküm üzerinden elde ediyor.Homos sacer , ‘Hint-Avrupa halklarının ilkel yaşamlarının bir parçası olarak ya da antik Germen ve İskandinav tarihinde eşkıya ve haydutun kardeşi olarak’ ya da Cermen ve Anglosakson kaynaklarının tanımladığı ‘kurt adam’ biçiminde ortaya çıkarak, insan-hayvan melezi bir figürün orman-şehir arasındaki eşik bölgesine konu olur.
Hobbes, bu eşiğin şehir öncesi zamanlarda değil, şehrin çözülmeye başladığı anda ortaya çıktığını; egemenliği tanımlamak için dile getirdiği ‘insan insanın kurdudur’ sözündeki kurdun, hem insandan kurda hem de kurttan insana dönüşerek, şehrin ortasında duran belirsizlik eşiğinde yer aldığını söyler. Egemen için şart olan koşul da ne doğal ne siyasal , fakat kutsal ve çıplak olan bu eşiktir.
Nazizmin biyopolitik egemenliğinin eşik nesnesi olarak, öldürülebilen ama kurban edilemeyen ‘homo sacer’ figürü Yahudi’de beden bulmuştu.
Hitler’in ilan ettiği biçimde ‘bitler’ olarak yakılan Yahudi’nin çıplak hayatına atfedilmiş ‘kutsallık’ bugünkü biyopolitikanın da en sık başvurduğu iktidar yöntemi. Bu nedenle, Agamben’in en önemli çıkarımlarından biri, bugün hepimizin, iktidara mutlak biçimde tabi kılınan ve terk edilme ilişkisine maruz bırakılarak, egemenliğin meşru alanından dışlanarak içlenen ‘homines sacri’ (kutsal insan) olduğu üzerinedir.
Dikkat edersek . Bahçeli , Binali beylerin ve diğer iktidar sözcülerinin Erdoğan söz konusu olunca kurmuş oldukları cümleler bize bunu gösteriyor.
Bu satırlar yazmakta olduğum kitabımdan . Bu arada sevgili Atatürkçüler .. Ben bir Atatürkçü olarak sizlerden şikayetçiyim. .Çünkü okumuyorsunuz. Nerede gereksiz şeyler var onlarla uğraşıyorsunuz.
Devamlı surette ne dedim .. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Yahudi şeriatını benimsemiş İslamistler ve azınlıklar tarafından kuşatıldı.
Son kitabım olan “YAHUDA – ATATÜRK VE CUMHURİYETE KUŞATMA” Okuma konusunda muhteşemsiniz. O halde kaderinize razı geleceksiniz. Benim yapacaklarım içerisinde kaderine razı olmuş bi haber insanlara yer yok. Lütfen okumayın . Kaderinizi değiştirmeyin .
Sevgiyle kalın ..