Kendi ağızlarından 1980’lerde İsrail için bugünü anlatan bir strateji… Plan bizzat yazarı olan Oded Yinon’un ismiyle anılıyor.
ODED – YINON PLANI ve Türkiye – 2-
İnsanın gideceği yönü seçmesinde etik değerlerin hiçbir payının olmadığı buna karşın maddi ihtiyaçlarının yönlendirdiği görüşü günümüzde ağırlık kazanmaktadır ve dünyada hemen hemen tüm değerlerin yok olmaya yüz tuttuğunu görmekteyiz.
Dünya kaynakları, petrolde Arap tekeli ve Batı dünyasının ihtiyaç duyduğu hammaddelerin çoğunu üçüncü dünya ülkelerinden ithal etmesi ihtiyacı için olacak savaşlar dünyamızı şekillendirmektedir.
Müslüman Arap dünyası yabancılar tarafından sakinlerinin istek ve talepleri gözönüne alınmadan yapılmış geçici bir kağıttan kule gibidir.
1920’lerde Fransa ve İngiltere tarafından gelişi güzel bir şekilde hepsi azınlıkların ve birbirine düşman olan etnik grupların kombinasyonundan oluşan 19 bölgeye bölünmüştür.
Mısır dışında, tüm Mağrip devletler Araplar ve Arap olmayan Berberilerin karışımından oluşmaktadır. Cezayir’de Kabile dağlarında şu anda bile ülkedeki iki ulus arasında iç savaş devam etmektedir. Fas ve Cezayir kendi içlerinde yaşadıkları kargaşanın dışında, İspanyol Sahrası için birbirleri ile savaş halindedir. Militan İslam Tunus’un bütünlüğünü tehdit etmektedir .
Bugün Arap Müslüman dünyasındaki en parçalanmış ülke olan Sudan birbirlerine düşman olan 4 gruptan oluşmaktadır; Arap olmayan Afrikalı, putperestler ve Hıristiyanlardan oluşan çoğunluğu yöneten Arap Müslüman Sunni azınlık.
Mısır’da Sunni Müslüman çoğunluk yukarı Mısır’da baskın olan sayıları 7 milyona yakın olan büyük bir Hıristiyan azınlıkla karşı karşıyadır.
İsrail’in doğusundaki tüm Arap devletleri Mağrip’teki devletlerden bile daha fazla iç çatışmalar yüzünden parçalanmaktadır.
Suriye temelde Lübnan’dan çok farklı değildir. Sadece güçlü bir askeri rejim tarafından idare ediliyor olması farkını taşımaktaydı. Bugün için o görüntüden çok uzaktadır.
Irak, çoğunluğun Şii ve yönetimdeki azınlığın Sünni olmasına rağmen özünde komşularından hiç farklı değildir, Nüfusun %65’i politik konularda söz sahibi değildir, %20’lik elit bir zümre tüm gücü ellerinde tutmaktadır. Buna ek olarak Kuzey’de büyük bir Kürt azınlık vardır.
Körfez ve Suudi Arabistan’daki dengeler içinde sadece petrol olan bir kumdan ev üstüne inşa edilmiştir.
Kuveyt’te, Kuveyt’liler nüfusun sadece %25’ini oluşturmaktadır. Bahreyn’de Şii’ler çoğunluktadır. Ancak güç onlarda değildir. Birleşik Arap Emirlikleri’nde Şii’ler yine çoğunlukta olmasına rağmen Sunni’ler yönetimdedir. Amman ve Kuzey Yemen içinde aynı şey geçerlidir. Güney Yemen’de bile önemli bir miktarda Şii azınlık bulunmaktadır.
Suudi Arabistan’da nüfusun yarısı yabancıdır, Mısır’lı ve Yemen’lidir; ama Suudi bir azınlık gücü elinde tutmaktadır.
Ürdün aslında Trans-Ürdün’lu Bedevi bir azınlık tarafından yönetilen Filistin’lidir, ancak ordunun çoğunluğu ve kuşkusuz bürokrasi şu anda Filistin’lidir. Aslında Amman en az Nablus kadar Filistin’lidir.
Bütün bu ülkelerin göreceli olarak güçlü orduları vardır. Fakat aslında bu durum da bir problem yaratmaktadır. Suriye ordusu bugün çoğunlukla Sunni’dir ancak subaylar Alevi’dir, Irak ordusu Sünni kumandanlara sahip Şii bir ordudur. Bu uzun vadede çok önemlidir ve bu sebeple uzun süre ordunun sadakatini korumak mümkün olamayacaktır. Sadece tek ortak payda olan İsrail’e olan düşmanlıkları konusunda anlaşabilirler ve bugünlerde bu bile yeterli değildir.
Arap’lar gibi, bölünmüş olsalar da diğer Müslüman devletler de benzer bir durumla karşı karşıyadırlar. İran nüfusunun yarısı Farsça konuşan bir gruptan oluşur ve diğer yarısı da etnik olarak Türk bir gruptur.
Afganistan’da 5 milyon Şii nüfusun üçte birini oluşturur.
Sünni Pakistan’da 15 milyon Şii devletin varlığını tehdit etmektedir. Fas’tan Hindistan’a ve Somali’den Türkiye’ye uzanan ulusal etnik azınlık resmi, istikrarın yokluğuna ve tüm bölgenin hızlı bir şekilde dejenere olmasına işaret eder. Bu tablo ekonomik tabloya eklendiğinde tüm bölgenin nasıl ciddi problemlere karşı koyamayacak kağıttan bir kule şeklinde inşa edildiğini görebiliriz.
Lübnan parçalanmıştır ve ekonomisi de parçalanmaktadır. Devlette merkezi bir güç yoktur sadece 5 fiili egemen otorite vardır; kuzeyde Suriye tarafından desteklenen ve Franjieh aşireti tarafından yönetilen Hıristiyan bölge, doğuda Suriye tarafından işgal edilmiş bölge, merkezde Falanjistler tarafından kontrol edilen Hıristiyan kuşatma bölgesi, güneyde ve Litani ırmağına kadar Filistin Kurtuluş Örgütü tarafından kontrol edilen Filistin bölgesi ve Binbaşı Haddad’a ait Hıristiyan bölge ve yarım milyon Şii. Suriye çok daha vahim bir durumdadır.
Mısır en kötü durumda olan ülkedir; milyonlar açlık sınırındadır, işgücünün yarısı işsizdir ve dünyanın en kalabalık nüfüsuna sahip bu bölgede konut çok seyrektir. Ordu dışında verimli olarak çalışan bir bölüm yoktur ve devlet sürekli iflas halindedir ve barıştan bu yana verilen Amerikan yardımına muhtaçtır.
Körfez devletlerinde, Suudi Arabistan, Libya ve Mısır’da paranın ve petrolün birikimi çok fazladır ama bundan faydalanan küçük elit bir zümredir. Bu zümre geniş tabanlı bir destek ve kendine güvene sahip değildir ve bunlar hiçbir ordu tarafından garanti edilemez.
Bütün ekipmanları ile Suudi ordusu rejimi içte veya dıştaki gerçek tehlikelerden koruyamaz ve Mekke’de 1980’de yaşananlar bunun küçük bir örneğidir. Günümüzde durumu tamamen başka bir hale dönüştürmek için önümüzde büyük fırsatlar vardır ve bunu önümüzdeki 10 yılda gerçekleştirmeliyiz aksi takdirde (İsrail) bir devlet olarak hayatta kalmamız mümkün olmayacaktır.
MISIR
Mısır günümüzdeki politik görünüşe göre ve artan Müslüman-Hıristiyan ayrışması dikkate alındığında zaten halihazırda bir cesettir. Mısır’ı coğrafi olarak farklı bölgelere bölmek İsrail’in Batı cephesindeki politik hedefidir.
Mısır bir çok otorite merkezine bölünmüş ve parçalanmıştır. Eğer Mısır parçalanırsa, Libya, Sudan ve hatta daha uzaktaki devletler mevcut şekilleri ile varlıklarını sürdüremez ve Mısır’ın çözülmesi ile birlikte onlar da çöküşe katılır.
Mısır’ın yukarı bölümünde Hıristiyan Kıpti bir devlet ile birlikte merkezi bir hükümet olmadan bölgesel güçleri ile bir kaç zayıf devlet düşüncesi tarihi gelişimin anahtarıdır ve barış anlaşması ile sekteye uğramış olsa bile uzun vadede kaçınılmazdır.
SURİYE
Lübnan’ın beş bölgeye bölünmesi Mısır, Suriye ve Irak da dahil olmak üzere tüm Arap dünyası için bir başlangıçtır ve aslında Arap yarımadası şimdiden bu yolda ilerlemektedir. Suriye ve daha sonra Irak’ın feshi ve Lübnan’da olduğu gibi etnik ve dini bölgelere ayrılması İsrail’in uzun vadede Doğu cephesindeki bir numaralı hedefidir ve bunun için kısa vadede bu devletlerin askeri gücünün feshi ana hedeftir.
Suriye etnik ve dini yapısına istinaden tıpki bugün Lübnan’da olduğu gibi birkaç eyalete bölünecek ve kıyıda Şii-Alevi bir eyalet, Halep bölgesinde Sünni bir eyalet, Şam’da Kuzey komşusuna düşman olan bir diğe Sünni eyalet olacak ve Dürziler de belki bize ait olan Golan’da, mutlaka Havran’da Kuzey Ürdün’de başka eyaletler kuracaklardır. Bu gelişmeler uzun vadede barış ve güvenlik için garantör olacaktır.
IRAK
Bir taraftan petrol zengini olan ancak diğer taraftan parçalanmış bir ülke olan Irak’ın İsrail’in hedeflerine aday olması garantidir. Bizim için Irak’ın feshi, Suriye’nin feshinden bile daha önemlidir. Irak Suriye’den daha güçlüdür. Kısa vadede İsrail’in en büyük tehdidi Irak’ın gücüdür. Bir Irak-İran savaşı Irak’ı parçalayacak ve bize karşı geniş bir cephede çatışma organize etmesine imkan vermeden çökmesine sebep olacaktır. Araplar arasındaki her türlü çatışma kısa vadede bize yardımcı olur ve Suriye ve Lübnan’da olduğu gibi önemli bir hedef olan Irak’ın parçalanması için yolu kısaltır. Osmanlı döneminde Suriye’de olduğu gibi Irak’ta da etnik/dini bazda bölgelere bölünme mümkündür. Üç büyük şehir etrafında üç (veya daha fazla) eyalet var olacaktır: Basra, Bağdat ve Musul ve güneydeki Şii bölgeler Sunni ve Kürt kuzeyden ayrılacaktır. Mevcut İran-Irak çatışmasının mezhepsel eksende kutuplaşmayı derinleştirmesi olasıdır.
SUUDİ ARABİSTAN
Arap yarımadasının tamamı iç ve dış baskılar sebebiyle çözülmeye adaydır ve özellikle Suudi Arabistan’da bu sonuç kaçınılmazdır. Petrole dayalı ekonomik gücünün baki kalması veya uzun vadede azalmasından bağımsız olarak, iç ayrışmalar ve kırılmalar mevcut politik yapının doğal ve açık bir sonucu olarak ortaya çıkacaktır.
Başında söylediğimiz gibi Suudi Arabistan bugün çatırdamaktadır. Kraliyet ailesi ikiye bölünmüştür. Kısa vadede Suudi Arabistan ikiye bölünecektir. Bu durum İsrail için güvenlik anlamı taşımaktadır.
ÜRDÜN
Ürdün kısa vadede stratejik bir hedeftir, uzun vadede ise değildir zira feshinden ve Kral Hüseyin’in uzun hükümranlığının bitmesi ve kısa vadede yönetimin Filistin’lilere geçmesinden sonra gerçek bir tehdit.
Mevcut yapısı ile Ürdün’ün uzun süre var olması ihtimal dahilinde değildir ve İsrail’in hem barışta hem savaşta sürdüreceği politika mevcut rejim esnasında Ürdün’ün tasfiyesi ve yönetimin Filistin’li çoğunluğa devri yönünde olmalıdır.
Filistin Kurtuluş Örgütü ve İsrail Arap’larının kendi planları olan 1980 yılındaki Shefa’amr planı göz önünde bulundurulduğunda, mevcut durumda iki ulusu ayırmadan, Arap’ları Ürdün’e ve Yahudi’leri ırmağın batısındaki bölgelere ayırmadan bu ülkede yaşamaya devam etmek mümkün değildir.
Yahudi nüfusunun dörtte üçünün nükleer bir dönemde büyük bir tehlike yaratan ve yoğun bir şekilde yerleşilmiş olan kıyı şeridinde yaşaması mümkün değildir. Dolayısıyla nüfusun dağıtılması mümkün olan en yüksek mertebedeki milli hedefimizdir, aksi taktirde hangi sınır içerisinde olursak olalım varoluşumuzu sürdüremeyiz. Judea, Samarya ve Galile ulusal varlığımız için tek garantidir. Bu dağlık bölgede hakim çoğunluk haline gelmez isek ülkeyi yönetemeyiz ve zaten kendilerinin olmayan, birer yabancı oldukları bu ülkeyi kaybeden Haçlılar gibi oluruz.
Demografik, stratejik ve ekonomik olarak ülkeyi tekrardan dengelemek bugünün en önemli hedefidir. Beersheba’dan yukarı Galile’ye kadar olan su havzasını ele geçirmek için şu anda Yahudi’lerin bulunmadığı dağlık araziye yerleşmek çok mühim bir stratejik düşüncedir.
ODED – YINON PLANI olarak adlandırılan bu plandan orijinal olarak alıntıladığım satırlar 1980 yılında kaleme alınmıştır. İsrail bu planı arkasına aldığı güçlü devletlerle devamlı olarak gerçekleştirme adımları atmaktadır.
Bana göre planın yüzde seksenlik kısmı şu ana kadar 37 senede uygulanmış ve başarıya ulaşmıştır. Bundan sonra kalan yüzde yirmilik kısmı için ise mevcut siyaset erkinin başarılı olması mümkün değildir. Çünkü yazmaya devam edecek olduğum plan stratejileri içerisinde Türkiye final kapısı olup buradan açık ve net söylüyorum; dünya tarihinin gördüğü en büyük bozguna tüm dünya ANADOLU coğrafyasında tanık olacaktır.
Bu plan stratejisini yazılmadan önce dünya üzerinde çözmüş tek kişi Mustafa Kemal Atatürk’tür. Atatürk gibi düşündüğünüz zaman Türkiye açısından başarılı olmaları mümkün değildir.
1919 – 2019 , 1923- 2023 süreçleri birbirinin devamı olarak yaşanacaktır. Tuğ açmış Türk ordularının son başkomutanı Mustafa Kemal Atatürk bugünler için kime görev verdiyse liderliği o kişi yapacaktır. Herkes bundan emin olsun. Bir kurtarıcıdan öte ulus bilincine sahip bir lider gelecek. “Bin yıl savaşının son finaline” doğru geliyoruz.
28 Şubat bin yılın sonunda yaşanmış bir kurguydu. Gerek 28 Şubat mızıkacıları gerekse bugünlere gelmemize vesile olanlar dalga geçenlerde finaldeyiz .
Bu finali Türk milleti yapacak. NE MUTLU TÜRKÜM DEMEK için TÜRK milletine küfredenlerin sıraya girdiğini göreceğiz.
Planın stratejisini ve planlanmış süreçleri yazmaya devam edeceğim. Görüşmek dileği ile…
Hakkı Kahveci
Parlamentohaber.com – Korku yok!